On bir ayın sultanı ramazanın bir gününde Devlet-i Osmani’nin padişahı Üçüncü Mustafa Han, vezir-i azam Koca Ragıp Paşa’nın konağında iftara davetlidir. İftar sonrası ‘borç’lar üzerine fıkhi ve derin bir mesele açılır.

Sadrazam Ragıp Paşa düşünceli bir şekilde; “Azadegân-ı kayd-ı emel ser- firaz olur. Naz eylesün cihana o kim bîniyaz olur” (Kimseden bir şey beklemeyen insanlar bütün cihana nazlansalar yeridir. Zira hiçbir kimseden lütuf, yardım ve iltifat beklemeyenler manen, madden yüksek insanlardır) beytini mırıldanmaktadır.

Koca Ragıp Paşa bir anda beyti kesip sırdaşı Haşmet’e döner; “Senin de borcun var mı Haşmet?” diye sorar.

Haşmet Baba: Evet paşam, var!

Ragıp Paşa: Ne kadar?

Haşmet Baba: Mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...

Ragıp Paşa: Onu sormuyorum bre, oruç borcun var mı deyü soruyorum.

Haşmet Baba: Bre bilmezsün oruç borcunu Allah sorar. Sizin soracağınız ancak kul borcudur.